Bu dünya üzerinde bir beşer olarak yaşıyorsak; yaşantımızın her kademesinde belli bir usul ve âdâba uymak mecburiyetimiz vardır. Bu, kurallar dünyası demek değildir. Bu, diğer mahlûkattan ayrılmanın, insan olmanın tabii bir gereğidir.
İnsan; eşref-i mahlûkat olarak yaratılmıştır. Yani yaratılmışların en güzeli, akıllısı, düşüncelisi, ferasetlisi, faziletlisi….vs.  Bu sıfatın açıklamasını istediğiniz kadar uzatabilirsiniz.
Ramazan da yıl içerisindeki aylardan hikmeti, fazileti, sevabı, ecri ve mükâfatı farklı bir ay olarak yaratılmış ve bildirilmiştir.
İnsanın insan olmasından dolayı belli kurallara uyması gerektiği gibi, bir yıl içerisinde mümtaz bir yeri olan Ramazan ayı için de uyulması gereken kurallar manzumesi vardır.
Her şeyden evvela kimse kimsenin ibadetine karışma hakkı yoktur. İsteyen oruç tutar, isteyen tutmaz. Zira vaaz ve nasihatlerde dinliyoruz; orucun Allah için tutulduğunu, mükâfatını da cezasını da O’nun vereceğini biliyoruz. Oruç tutmamanın mazur görülebileceği haller de ilmihal kitaplarımızda yazılmıştır. Zaruri olarak oruç tutamayanlar için kimsenin bir şey deme hakkı da yoktur.
Benim değinmek istediğim, belli bir mazeretinden dolayı değil, tamamen keyfiyetten dolayı oruç tutmayanlar. Hayır, onların oruç tutmaları ya da tutmamalarında da değilim. Beni üzen, bu insanların oruç tutmamayı bir meziyetmiş gibi cemiyette ilan etmeleri. Bacak bacak üstüne atıp su, çay, meşrubat, sigara vb. içmeleri.
Eskiden gayrimüslimler Ramazan Ayına ve oruç tutan Müslümanlara hürmeten açık mekânlarda yemek yemez, çocuklarının ellerine yiyecek herhangi bir şey vermezlermiş; Müslüman çocuklar görür de canları çeker ve ibadete olan saygıları azalır diye…
Evrensel kurallarda bu vardır;  her bir ferdin hürriyeti, diğer bir ferdin hürriyetinin başladığı yerde biter. Bu hürriyetin içerisine inanç hürriyeti de girmektedir.
O halde oruç tutmayanlar, oruçlulara nispet edercesine açık meydanlarda, insanların tiryakisi olduğu şeyleri yiyip-içmemelidirler. Ecdâd çok güzel söylemiş; “ibadet de gizli, kabahat de.”
Diyeceksiniz ki; günümüzde büyük illerde kimin tuttuğu, kimin tutmadığı belli bile değil, birbirine karışmış. Doğru, bahsettiğimiz yerler metropol diye tarif ettiğimiz büyük şehirler. Her geçen gün Ramazan âdâbını, oruç âdâbını kaybeden yerler. Ama bu büyük şehirler içerisinde de farklı ilçeler mevcuttur. En basit örneği olarak İstanbul’un Taksim’i ile 5 km mesafede olan Fatih ilçelerini gösterebiliriz. Birisinde kimin ne yaptığı belli değil, diğerinde ise kahvehane ve lokantaların camlarında “iftar ve sahurda açığız” yazıyor.
İste Tosya’mız da İstanbul’un Fatih’idir. Manevi yükünün ağırlığı, evliyalar şehri olması hasebiyle bu memlekette yaşayan insanların biraz daha hassas olması gerekiyor. Dikkat ederseniz ilçe dışındaki insanlarımız  Ramazan ayını geçirmek, ibadetlerinde huzuru yakalamak için Tosya’mıza gelmektedirler.
----------
Güzellikler dedik; Ramazan ayı başlı başına bir güzelliktir. Orucu, teravihi, fıtır/zekat yardımlaşmaları gibi mânevi güzellikleri yanı sıra toplumsal etkinlikler ayrı bir özellik arz eder. Keşkek ve diğer cabaları fırına sürmek, akşam onları almak, bol susamlı/yumurtalı pide yaptırmak için kuyrukta beklemek, teravihten sonra çay/kahve muhabbetleri...
Bu yıl da ayrı bir etkinlik yaşandı ilçemizde. Milli kültürümüz içerisinde yerini almış fakat telefon, televizyon, tablet gibi malzemeler yüzünden unutulmaya yüz tutmuş; asıl maksadının, çocukların Ramazan ayına muhabbetlerini arttırmak olan etkinlikler gerçekleştirildi. Gerçi hava şartlarının izin vermemesinden dolayı açık alanda değil de kapalı mekanlarda yapıldı. Ama maksat hasıl oldu; klasik karagöz ve hacivat, muhtelif ortaoyunları yanında semâzen gösterileri vb. faaliyetlerden dolayı Tosya Belediye Başkanı sayın Volkan Kavaklıgil ve ekibine teşekkür ediyorum.   
Öyle, böyle bir Ramazan ayını daha bitiriyoruz. Aslında ömür bitiyor, farkında olmuyoruz. Rabbım'dan niyazım; Cehennem azâbından kurtulmuş, kazançlı çıkmış birer ümmet olarak bayrama eriştirmesi ve tekrar tekrar Ramazanlar yaşatmasını diliyorum.
Muhabbetle kalınız.
Mustafa GEMALMAZ