Tosya Müftüsü Basri Bektaş  İlçe Müftülük sitesinde '' Kürsüden Dökülenler '' adı altında yazmış olduğu yazılar ile vatandaşları bilgilendirmeye devam ediyor.Basri Bektaş'ın ilçede göreve başladığı ilk günlerde www.tosyahaberleri.com haber sitemiz ile yapmış olduğu röportajda ilçede farklı bir görev ve hizmet anlayışı ile halkımıza ve din görevlilerimizle birlikte çalışacağını beyan etmiş idi.

Bu manada ilçe müftülük web sitesini aktif bir şekilde kullanan müftü Bektaş yazdığı makale ve köşe yazıları dikkatli bir şekilde takip edilmeye başlandı.Müftü Bektaş'ın son iki hafta içinde yayınladığı '' SİHİR BÜYÜ GERÇEĞİ '' ile ''NAZAR DEĞMESİ VE RUKYE İLE TEDAVİ '' başlıklı gündem dışı fakat bir o kadar da farklı yazıları vatandaşlar tarafından ilginç karşılandı.

Görüşlerini aldığımız bazı vatandaşlar '' Müftünün bu konuları bizim anlayacağımız bir şekilde düzenleyeceği bir konferans ile anlatması daha uygun olacaktır.Bu şekilde köşe yazıları kafalarda soru işareti bırakıyor''dedi.

Tosya Müftüsü Basri Bektaş'ın ''Kürsüden Dökülenler '' de son iki haftada yayınlanan yazıları


NAZAR DEĞMESİ VE RUKYE İLE TEDAVİ

Nazar ya da göz değmesi, bir kimsenin, başkasına, onun bir eşyasına, hayvanına, malına… Hasetle karışık beğenerek bakmasıdır (İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 10/200). Hasetle bakışın etkisi ile o kimsenin şahsına, malına veya eşyasına zarar gelebilir.

Kur’an-ı Hakimde buna şöyle bir işaret vardır: “İnkâr edenler Zikr’i (Kur’an’ı) işittikleri zaman neredeyse seni gözleriyle devirivereceklerdi. ‘O mutlaka delidir’ diyorlardı. Oysa Kur’an, alemler için bir öğütten başka bir şey değildir.” (Kalem, 51-52)

Sahabeden İbn Abbas (r.a), Tabiin imamlarından Mücahid ve daha başkaları bu ayetin, nazarın mevcudiyetine ve Allah Tealâ’nın dilemesiyle tesirinin gerçek olduğuna delil teşkil ettiğini söylemişlerdir. (İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, 4/525)

Efendimiz s.a.v.’den de nazarın hak olduğunu ifade eden birçok hadis nakledilmiştir. Bunlardan birisi şöyledir: “Nazar haktır. Eğer kaderi geçecek bir şey olsaydı, nazar onu geçerdi.” (Müslim, Tirmizî) Bir diğer rivayette: “Nazar, Allah’ın izniyle kişiyi dağa çıkaracak ve oradan indirecek derecede etkiler.” (Ahmed b. Hanbel, Ebu Ya’lâ)

Sahabe’den Sehl b. Huneyf r.a. yıkanmak için elbisesinin üstünü çıkarmıştı. Âmir b. Rebî’a r.a. da ona bakıyordu. Sehl, cildi güzel, bembeyaz bir kimseydi. Âmir, “Hiç güneş görmeyen ciltler bile bugün gördüğüm gibi değildir.” dedi. Bunun üzerine Sehl hastalandı. Sehl’in rahatsızlandığı Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’e haber verildi ve “Sehl başını bile kaldıramıyor.” dendi. Bunun üzerine Efendimiz s.a.v., “Suçladığınız birisi var mı?” diye sordu. Orada bulunanlar, “Âmir b. Rebî’a” diye cevap verdiler. Efendimiz s.a.v. Âmir r.a.’ı çağırıp kendisine kızdı ve şöyle buyurdu: “Sizden biriniz kardeşini neden (nazarla) öldürüyor? Ona ‘mâşallah’ deseydin ya! Haydi, şimdi kardeşin için yıkan.” buyurdu. Âmir de yüzünü, ellerini, dirseklerini, dizlerini, ayak topuklarını ve böğürlerini bir kap içinde yıkadı. Sonra bu su Sehl r.a.’ın üzerine döküldü. Sehl r.a. anında iyileşti. (Muvatta)

Sihir, büyü, tılsım… gibi işlerle uğraşmak dinimizin kesin olarak, haram kıldığı, yasakladığı şeylerden olduğu, bu gibi işlerle uğraşmak kişiyi küfre kadar götürdüğü muhakkaktır.

Bununla birlikte şunu da bir not olarak düşmekte fayda mülahaza ediyorum. Bu eğer bir ilim ise işin ilmini sadece birine uygulamak için değil de fakat yapılmış olanı bozmak ve şerrinden korunmak için sihir/büyü öğrenmenin haram olmadığı bilgisi kitaplarımızda geçmektedir. (Elmalılı Hamdi YAZIR, 1/447)

Bu ve benzeri bir hastalığa düçar olmuş biri için ise, söylenecek söz şudur:

1- Öncelikle her şeyin Allah Tealâ’nın iznine ve dilemesine bağlı olduğu gerçeği gözden ırak edilmemelidir. Dolayısıyla öncelikle Allah Tealâ’ya güçlü bir iman ve teslimiyetle bağlanmak gerekir. “Allah’ın izni olmadıkça onlar (büyücüler) kimseye bir zarar veremezler.” (Bakara, 102)

Efendimiz s.a.v., hayvanının terkisine bindirdiği Abdullah b. Abbâs r.a.’a hitaben, “Ey çocuk! Sana, Allah’ın seni faydalandıracağı kelimeler öğreteyim mi?” demişti. İbn Abbâs r.a., “Evet, ey Allah’ın Resulü..” diye cevap verince şöyle buyurdu:

“Allah’ın emir ve nehiylerini (onlara riayet etmek suretiyle) muhafaza et ki Allah da seni muhafaza etsin. Allah’ın emir ve nehiylerini muhafaza et ki, O’nu(yardımını) her zaman önünde bulasın. Genişlik zamanında O’nu an ki, darlık zamanında da O seni ansın (ve sana yardım etsin). İstediğinde Allah’tan iste; sığındığında Allah’a sığın. Olacak şeyler konusunda kalem kurumuş, hüküm kesinleşmiştir. Şayet mahlukatın tamamı sana bir menfaat sağlamak için bir araya toplansalar ve fakat Allah onu senin hakkında yazmamış ise, onu yapmaya muktedir olamazlar. Ve şayet sana bir zarar vermek için toplansalar, ancak Allah onu senin hakkında takdir etmemişse, onu yapmaya da güç yetiremezler. Bil ki, zorlandığın şeye sabretmende çok hayır vardır. Zafer sabırla, ferahlık da sıkıntıyla birliktedir. Güçlükle beraber kolaylık vardır.” (Ahmed b. Hanbel, 1/307)

2- Bunun arkasından, dua ve zikri terk etmemek gelir. Efendimiz s.a.v.’den nakledilen uzun bir hadisin bir bölümü şöyledir:

“Sizin yapacağınız şey, Allah’ı zikretmektir. Böyle bir kimse, düşmanın hızla takip ettiği, sonunda muhkem bir kaleye rastlayıp kendisini düşmandan koruduğu kimse gibidir. Kendini şeytandan ancak Allah’ı zikretmek suretiyle koruyan kul da böyledir.” (Ahmed b. Hanbel, Tirmizî)

3- Çokça Kur’an okumak, ibadetleri aksatmadan yapmak ve devamlı abdestli bulunmaya özen göstermek de kişiyi sihir/büyü gibi zararlı şeylerin etkisinden koruyan hususlardandır.

Rukyeyi de inşallah bir sonraki hafta yazalım.

SİHİR BÜYÜ GERÇEĞİ

Sihir:Sebebi gizli olan, hakikatinin aksine tahayyül edilen, göz boyama ve aldatma tarzında yapılan şeylerdir. (Fahruddîn er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, 3/205)

Büyü: Tabiatüstü gizli güçlerle ilişki kurularak yahut kendilerinde gizli güçler bulunduğuna inanılan bazı nesneler kullanılarak fayda veya zarar vermek yahut korunmak maksadıyla yapılan işler. (TDV İslâm Ansiklopedisi, 6/501).

         Elmalılı Hamdi YAZIR tefsirinde şöyle denilmektedir: “Bütün bu kısımlar, esaslı iki kısma raci olur. Birisi sırf yalan, uydurma ve kandırmadan ibaret olan söz veya fiil ile tesir icra eden sihir, diğeri az çok bir hakikati suiistimal ederek ortaya konan sihirdir. Sihrin bütün mahiyeti, hayali hakikat zannettirecek şekilde insan ruhu üzerinde aldatıcı bir tesir bırakmaktan ibaret olduğu halde, bunun bir kısmı sırf hayal ve vehmettirmek, diğer bir kısmı da bazı hakikat ile karışıktır. Binaenaleyh her sihrin tesirden büsbütün uzak olduğunu iddia etmemelidir.” (Hak Dini Kur’an Dili, 1/445)

         Kur’an ve Sünnet’e baktığımızda, büyünün/sihrin bir vakıa olarak gerçek olduğunu ancak ona inanıp onunla meşgul olmanın ise küfür olduğunu da görürüz. Kuran’da şöyle buyrulur: “Süleyman mülküne dair şeytanların uydurup izledikleri şeyin ardına düştüler. Oysa Süleyman inkâr edip kâfir olmadı, fakat o şeytanlar kâfirlik ettiler; insanlara sihir öğretiyorlar ve Bâbil’de Harut ve Marut’a, bu iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Hâlbuki o ikisi; “Biz ancak ve ancak imtihan için gönderildik; sakın sihir yapıp da kâfir olmayın!” demeden kimseye birşey öğretmezlerdi. İşte bunlardan koca ile karısının arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Fakat Allah’ın izni olmadıkça bununla kimseye zarar verebilecek değillerdi. Kendi kendilerine zarar verecek ve bir fayda sağlamayacak bir şey öğreniyorlardı. Yemin olsun ki, onu her kim satın alırsa, onu alanın ahirette bir nasibi olmayacağını da çok iyi biliyorlardı. Hakkıyla bilselerdi, uğruna kendilerini sattıkları şey ne çirkin bir şeydi.” (Bakara, 102)

Büyüyü melekler mi öğretti?

Yukarıda mealini verdiğimiz ayete sathî bir nazarla bakanlar, sanki Harut ve Marut isimli meleklerin insanlara sihir/büyü öğrettikleri ve insanların da onlardan öğrendikleri büyüyle koca ile karısının arasını ayırdığını söylemişlerdir. Aslı durum hiç de onların zannettikleri gibi değildir.

Kur’an’ın ifadesinden anlaşılan odur ki, adı geçen iki meleğe indirilen şey bizzat sihir/büyü değildir. Söz konusu şeytanlar, o iki meleğe indirilen hakikatleri, küfür vesilesi olan sihir için öğrenmiş ve o yolda kullanmışlardır. Tıpkı bir bıçak veya silah gibi düşünün hangi bilgiyi ne maksatla kullandığınıza bağlı bir dururum. Atomu parçalayan insanlar onu bomba yapımında kullandılar. Öyle değil de onu enerjide kullanmış olsalardı insanlık için çok faydalı bir iş yapmış olurlardı.

Bunu başka bir surette açıklamak gerekirse, o iki melek insanlara bizzat sihir/büyü öğretmiş değildirler. Onların yaptığı, sihir/büyü amacıyla kullanılmaya müsait bir ilmi öğretmek ve bunu yaparken de şu uyarıda bulunmaktır: “Bizim öğrettiğimiz bu bilgiler, hayır yolunda da şer yolunda da kullanılmaya elverişlidir. Sakın bu ilimleri suiistimal ederek büyü/sihir yapıp da kâfir olmayın.”İkazını da beraberinde taşıyan bir olaydır.

Öte yandan Hz. Musa (a.s.)’ın, asasını emr-i ilahî ile yere atmak suretiyle Firavun’un büyücülerinin büyü ile yılana dönüşen değnek ve iplerini birer birer yutması[1]da Firavun zamanında Mısır’da büyü yapıldığını göstermekte, onların bu girişimlerine ancak kendi cinsinden bir mukabele etmek gerektiğini de bize öğretmektedir. Buna rukye denir. Yani okuyarak tedavi olma şeklidir. Bir sonraki yazımızda inşallah) o konuya da değineceğiz.

Elbette bu konunun sünnete ki yerine de bakacağız. Sonra sadece tedavi maksatlı bu ve benzeri ilimleri islam cemaati içinden birilerinin öğrenmesi caiz midir? Rukye yaptırmak mı yoksa kişinin kendisin okunması mı daha evladır?Muavezeteyn süreleri bu konunun neresindedir? Rabbimiz bize sığınmamızı emrederken neye nasıl ne şekilde sığınmamız gerektiğini de inşallah bir sonraki yazılarımızda değinmeye çalışacağım.

Buradan da anlaşılmaktadır ki, sihir veya büyü her ne denirse densin, sosyolojik bir olgu olarak vardır, fakat buna inanmak ve bu işle iştigal etmek ise haramdır.Arrafa[2] veya büyücüye gidip tılsım yaptırana diyeceğimiz şey şudur: “Eğer inanmış ve onun dediğini kabul etmişsen hemen tevbe edip imanını yenilemelisin.”

Böyle bir hastalığa düşmüş kişilere de diyeceğimizi bir sonraki yazımızda söylemeye çalışalım. (İnşallah)



Editör: TE Bilisim